Sunday, January 28, 2007

Dirsek

İyi günler sevgili blog. Bir süredir seni ihmal ettim biliyorum. Girdiğim zamanda duygularıma hakim olamamış ve içli yazılar yazdım. Ama benim de çeşitli nedenlerim vardı. Lafı fazla uzatmadan başıma gelenleri anlatayım.

İki hafta önce bir çarşamba akşamı evime doğru gidiyordum. Durakta, elimde bir brownie ile otobüs bekliyordum. Brownieyi paketinden çıkarmaya çalışırken bir kısmı elime yapıştı, durağın ortasında parmağımı emmek istemeyeceğim için sol elimle kağıt mendil aramaya başladım. Derken otobüs geldi, selpak aramayı bırakıp yapış yapış ellerimle içeri daldım. Otobüsten içeri girdiğimde, sadece iki kişilik boş yer olduğunu fark ettim, birinde kulağında walkmenle bir çocuk, diğerinde 16 yaşlarında, forması üstünde liseli bir kız vardı. Kişisel prensiplerim gereğince gidip kızın yanına oturdum. Allah’tan yarı uyur bir hali vardı ve elimle ağzımı kaplamış olan Brownie tabakası dikkatini çekmemişti. Çaktırmadan temizlenip kıza tarafa döndüm. Ama o çoktan tam uyur hale geçmişti. Ben de yoluma devam edeyim dedim.

Derken, inanılmaz bir şey oldu. Uykusunun arasında mırıldanmaya başladı kız. Sonra, bir anda, ani bir refleksle bana bir dirsek attı. O dirsek, normal bir dirsek değildi. Adeta uykunun içinden gelen bir yardım çığlığıydı, istem dışı dünyaya iletilen bir yalnızlık bildirisiydi, kalbinden kopan bir “ben korkuyorum” mesajıydı. O an kıza aşık olmuştum. Yalnızdı.

Sonra uyandı, nasıl başardım bilmiyorum ama, ona az önce uyurken sayıkladığını(yalandı) ve bana bi dirsek attığını (doğruydu) söyledim. Nasıl başardım bilmiyorum ama, bir süre sonra konuşmayı havadan sudan noktasına getirdim. Ve nasıl başardım bilmiyorum ama, son durağa gelmeden telefonunu aldım.

Ertesi gün çıkmaya başladık, lise çıkışı sabit görüşme saatimizdi. İnanılmaz günler yaşıyorduk, geceleri telefonda 2 saat 17 dakikadan aşağı konuşmuyorduk, mutluyduk, o bank senin bu bank benim oturuyorduk, zevkin doruklarındaydık, Kinder Bueno yiyorduk.

Genelde çok iyi anlaşıyorduk, arada bir Nokia 3310 kullananların geri kafalı olduğunu söylemek gibi çocukça davranışlarda bulunsa da genelde tolere edilebilir bir insandır.

Adının Gülse olduğunu 4 gün sonra öğrendim. Ama umurumda değildi, adı Züberbühler de olsa ona olan sevgim değişmeyecekti, bana dirsek atmıştı.

Her şeyin bu kadar iyi gitmesi normal bir şey değildi. Bu mutluluk süresinin bitmemesi için sürekli dua ediyordum. Üç, dört, beş gün derken bir süre sonra rehavete kapılıp dua etmeyi bıraktım. Pek alakası var mı bilmiyorum ama, ikinci haftamızda korkunç bir olay bizi bekliyordu.

İstiklal caddesinden aşağı yürürken bir mağazada çalan Hakan Altun şarkısı üzerine, bu adamın ne kadar anlamlı şarkı sözleri yazdığını belirten bir cümle kurdu. İşte bu, katiyetle reddedeceğim ender şeylerden biriydi. Ama bunu dile getirdiğim anda karşımdakinin “Hade len, sen ne anlarsın” diyerek göbeğime doğru bir dirsek atacağını tahmin edemezdim.

Bana dirsek atmıştı. Ama o dirsek, normal bir dirsek değildi. Adeta içten kopan bir seviyesizlik çığlığıydı, istem dışı bana iletilen bir “asıl yüz” bildirisiydi, kalbinin derinliklerinden gelen bir “bana yüz verirsen işte böyle cıvırım” mesajıydı. O an Gülse’yi terk ettim.

Sonra çok pişman olmuştum ama o dakikadan sonra işin işten geçmesi işten bile değildi. Telefonlarıma cevap vermiyordu, msnden beni engellemişti. Bir daha görüşemeyecektik.

Yani bu yaşadığımdan şunu anladım ki, hayat bazen insana böyle absürd davranıyor, aynı bankta bir saatten uzun süre oturmak böbrek için hiç de yararlı olmuyor, Nokia 3310 kullananlar hiç de geri kafalı değil, Hakan Altun baya baya gereksiz şarkı sözleri yazıyor ve eğer otobüse binecekseniz sakın brownie yemeyin, çok pis ele yüze yapışıyor.

Ayrıca,
Eğer bir insana sırf size dirsek attı diye aşık oluyorsanız,
sonra gidip sırf dirsek attı diye ayrılabiliyorsunuz. Yapmayın.

İyi geceler sevgili blog.

4 comments:

Gizem Dumlu said...

Sevgili Altik,
acınızı öylesine derinlemesine nüfuz etmiş halde anlıyorum ki !

o dirsek hepimize atıldı; Almanya yenilmiş gibi aşklar yaşadık hep.

bu dünyanın hakanı Hakan Altun olmamalıydı.

Çünkü kimse ona "Muhteşem Altun" demiyordu.

bu onu üzüyordu ve o, şarkılar yazıyordu

ve o, şarkılar söylüyor; üzülüyordu

ve o üzülüp, yeni şarkılar yazıyordu

aaah ! ve ben...

ben ağlıyordum

üç nokta
iki nokta üstüste
nokta

Dieter Bohlen said...

Azizim, yazılarımı belki de tek okuyan ve kimbilir belki de tek yorumlayan kişi sizsiniz.

"Beni bir tek sen anladın, sen de anlı şanlı.." diye giden söz aklıma geldi. Bir de Ebru Gündeş bu sözden bir şarkı yapmıştı yanlış hatırlamıyorsam. Ki onu bir tek ben hatırladım.

toplum bana henüz hazır değil said...
This comment has been removed by the author.
TREMO said...

yazılarınız $ahhaneymiş..