Thursday, March 15, 2007

Deterjan

"Bugün çok keyifli bir gündü sevgili blog. Eski arkadaşlarımdan biriyle sinemaya gittik. Filmin sonrasında arkadaşıma evine kadar eşlik ettim, yolda baya eğlendik. Ardından beni evine davet etti ve bir müddet de orada lafladık. Gece geç saaatlere kadar şampanya içip sohbet ettik. Sonra da onu yedim!"



Ahaha, Hannibal Lecter blog yazsa cidden keyifli olurdu diye düşünüyorum bazen. Aslında insani açıdan düşünürsek keyifli olmazdı elbette. Neyse, günün meselesi bu değil zaten.



Bugün bi işe başladım. Benden beklenmeyecek bir hareket. Madem okula gitmiyorum, bari üç beş kuruş kazanayım düşüncesiyle bi ajansa yazılmıştım geçenlerde. Dün mesaj geldi. Ajans "madem boş geziyo, gitsin anket yapsın" düşüncesiyle beni sokak ortasına yolladı. Daha doğrusu bi caddenin orta yerine.



Kısa bir eğitim sürecinden sonra işe başladım. İşler sandığımdan da kolay gidiyordu. İlk 2 saat inanılmaz ölçüde rahat götürüyordum. Bu kadar kolay olacağını tahmin etmemiştim. Sonra işin zor kısmı başladı. Çünkü henüz kimseye anket yapmamıştım ve boş kağıtlarla gitmem pek iyi bi izlenime kucak açmazdı. İnsanlarla iletişim kurmaya çalışmaya başladım. Ama bir yerlere doğru hızlıca yürüyen insanları durdurup soru sormak çok absürd geliyordu. İnsanlar yürüyordu, ben ise delik deşik bi borudan fışkıran suları tutmaya çalışan biçare ev adamı gibi birilerini durdurmaya çalışıyordum.

Birini kolundan tuttum, beni iterek yoluna devam etti. Birinin önüne geçtim, yolunu değiştirdi. Bir süre sonra bezdim ve bıraktım. Sonra biraz daha debelendim. Tekrar bıraktım.

Derken kadının biri ben sormadan yanıma geldi. Üstümdeki deterjan markasının logosunu taşıyan (reklam yapmayalım) tişörtün ona verdiği yetkiye dayanarak bana sorular sormaya başladı. Geçen gün aldığı deterjanın lekeleri neden çıkarmadığını, dozunu nasıl ayarlamak gerektiğini, beyazları kaç derecede yıkamasının doğru olduğunu ve nedendir bilmem ama dişlerinin ne renk olduğunu sordu. Kadın beni, yıllarını deterjan sektörüne vermiş bir temizlik gönüllüsü sanıyordu. Ben ise ona anket sorularını yöneltmeye çalışıyordum. Ama kadın ısrarla sorularına devam ediyordu. Kızmaya başladım. "Bi dur be kadın" dedim, "burda soruları ben sorarım."

Gerçekten epey absürd bir deneyimdi bu iş benim için. Akşam boş kağıdı götürüp ajanstaki adamdan azar işitene kadar da her şey yolundaydı. Bana söylediklerinden sonra dayanamayıp adama kafa attım (hayalimde) ve bana defolup gitmemi söyledi (gerçekte), sonra adamı masasından alıp cama doğru fırlattım, cam kırılmadığı için adam olanca kütlesiyle zemine çakıldı (hayalimde) ve bana cama bakmayı kesip dışarı çıkmamı emretti (gerçekte), bu anın daha fazla uzamasını istemediğim için tıpış tıpış eve gittim (her ikisinde de).



Eve gelip her zaman yaptığım gibi önce televizyonu sonra ışıkları açtım. Televizyonda yüksek bel kotların yeni trend olduğu söyleniyordu. Hımm, trendi kaçırmıştım. Gerçi bu deterjan işi bir trendi ve onu da kaçırmıştım. Neyse artık deyip televizyonu izlemeye devam ettim. Evlilikle ilgili bir haber vardı: dünya genelinde her yıl yaklaşık 300 çift "ben seni daha çok seviyorum, hayır ben seni daha çok seviyorum" tartışması yüzünden evliliğine son veriyordu. Hayatın tuhaflığını bir kez daha teslim ettim, ve yatışa geçtim.



İyi geceler sevgili Fuat.







Bu arada yukarıdaki fotoğrafta kapının gözükmesi hoş olmamış, daha özenli olsalardı keşke..

No comments: